Bir ses olmak istiyoruz. Allah'ın Resulü'ne "O ne diyorsa o!" sırrıyla bağlıyız. Vatanı
İslam'ın hakim kılındığı saadet arsası bilici bir iştiyakla seviyoruz vatanperveriz... Al
Sancak'ta Kemal Kılıçdaroğlu nevinden adamlar gibi kırçıllı hülyaların al sahnesini değil
şehidimizin kanını görüyoruz... Al'ına kanımızla allık katmakta tereddüt etmeyiz. Türk'üz...
Ama Kürt'üz de... Çerkez de Boşnak da Laz da...
Mesele bizi ırk mafsallarımızdan bölmeye kalkacak hainler hizasına gelsin yeter; büyük bir
Sahabî'nin kabilesi sorulunca verdiği:
"Ben İslam'ın çocuğuyum!" Cevabıyız... İmanlıyız... Amelliyiz de... İmanla amel arasında
idmandayız... Kitaba da aşinayız kavgaya da... Kitaplarımızda Necip Fazıl Kısakürek'in
kavgalarımızda Muhsin Yazıcıoğlu'nun silueti belirir. İmanımızın afakınaysa sadece Ehl-i
Sünnet'in güneşi doğar. Devletimize boğazından başka kafa ve kalp cihetinden takılmış
kılçıklara buğz tavrımızla beraber bağlıyız... Bu vasfımızla okuyor okuyor okuyoruz...
Okutuyor okutuyor okutuyoruz... Nefesimizden Derviş Yunus'un kokusu
yayılmayınca boğuluyoruz. İlk dergâha çatı çatan Ebu Haşim Sofî gibi başka ellerdeyiz...
Hatırlayın: O'na devrinin sultanı kırlarda lahutî muhabbetteyken rastladı.
"Ne yapıyorsunuz burada? Görüştüğün kim?"
Diye sordu. Şu cevabı aldı:
"Tanımıyorum! Yolumuz böyle!"
Bizim bize nispetimiz Ebu Haşim Sofî'nin tanımadan halleştiği muhatabına nispetiyle eş...
Bizim evde biz bizi yalnız Allah için tanır yalnız Allah için severiz. Kalp duvarlarımızda
yalınız şu levha asılıdır:
"Burada arkadaşlık yalnız Allah içindir!"