Sokaklar yalnızlığın gaddar bekçileridir. Taş kaldırımlar buz tutar ayazlarda. Kara gölgeler gezinir ezilir yolların kıvrımları. Ne bir el uzatan vardır evsizlere ne tutup kaldıran bulunur düşkünleri. Yalnız yüreğin sisli vadilerinden cehennem çukurlarından çıkanlar hariç. Asil ruhlar korku denen melaneti acıyla kararak yenmiştir çünkü. Yalnız onlar vardır direnen yalnız onlar vardır karanlığa bilenen. Yalnız onlar vardır kanayan göğsünü bir serçeye siper eden...
Bu acımasız izbelerin içinde bir el uzatanın üstünden kara bulutlar da eksik olmaz hani. Zıddıyla var olan dünyada kötülüğe dur diyenin belası mı bitermiş? Eğilmek ezilmektir ezilmek de eğilmek. Ne eğilen ne ezilen içindeki yangınla kötülüğün yangınını söndürendir Emanet'in sahibi. Mazlum ona emanettir vefa ona emanettir tüyü bitmemiş yetimin hakkı ona emanettir. Ve yârin kirpiğinin üstündeki çiğ tanesinde tüllenen ölüm ona emanettir. Emanet sahibini bulduysa gerisi sadece mücadele ve direnişten ibarettir. Emanet sahibini bulduysa...
İşte Emanet sahibine sunulan belâ madalyasının hikâyesi aslında. Yalçın bir dağ kadar sisli vurgun kayalıklar kadar keskin yorgun yokuşlar kadar inatçı olanların hikâyesi.
Yılmayanların korkmayanların vazgeçmeyenlerin bir damla suya bir zerre fenalık bulaşmasın diye delice çırpınanların hikâyesi. Belayla sevda arasında kalanların destanı.
Ve bu destan dünya durdukça karanlıkla ışığın savaşı sürdükçe yanmayı unutmadıkça merhamet soluyan yürekler asla bitmeyecektir...
Çünkü Emanet sahibinin namusudur...