Verilere göre dünyada her gün 37 bin kişi savaş insan hakkı ihlali çatışma iç karışıklık zorlu yaşam koşulları nedeniyle evini terk etmek zorunda kalıyor ve kayda sadece birer rakam olarak girebiliyor.
Oysa her biri hikâyesiyle göçüyor. Bir kısmı üstüne yeni hikâyeler eklerken bazılarının ise son hikâyesi oluyor göç yolu.
Kırk bir mülteci hikâyesinin yer alıyor bu kitapta. Pek çoğunun öznesi insan. Kalanının da gizli öznesi. Göçten dolaylı olarak etkilenen hayvanlar da unutulmamış: Yunanistan'da Firar eden kedi Kunkuş Ege sularında durum değerlendirmesi yapan balıklar mülteci ceylanlar gibi...
Ve ses!
Sesi dâhil oldu şölene bilmediğim anlamadığım bir dille. Olmasa da olurdu notaların dili beden dili tercüme ediyordu ezginin sözlerini.
Vurduğu tuşlar bombaları patlattı. Bir iki üç dört sonrasını sayamadım. Kısa çığlıklar sayısız... Ağıtlar sonra göğüslere vura vura. Mezarlık uğultusu yaklaşmadı uzaklaştı. Bir süre uzaklardan izledi. Yüzündeki acı akmaya başladı parmaklarının ucuna oradan da tuşlara. Durgun denizde fırtına geliyorum dedi. Dalgalar birden değil büyüyerek vurdu kayalıklara. Sakinleşmesi aniden oldu ama. Tam o zaman ağlama sesi duyuldu tuşların.
Sonrası uçsuz bucaksız kırlardı. Naif esintide salınan gelinciğin papatyayla süsenin yabani menekşeyle dansıydı. Karlar çatırdayıp kırıldı dağ doruklarında aniden. Usulca süzülen sular dans eden çiçeklerin köklerine ulaşıp coşturdu hepsini. Dans yetmedi. Halaya durdular.
"Ben halayın başıyam ley ley" deyince adam soluğumu verdim. Tekrar tuttum. Sana baktım. Varlığımızı mı hissetmişti? Neden anlayacağımız dilde söylemişti? Sahi sen neler hissetmiştin? Merak ettim o an. Anlamış gibi: "Ve çölün bronz sonsuzluğu da uğuldadı. Coğrafya bu kadar güzel bükülür mü hiç? Dağın çöle eğildiği görülmüş müdür? Görüldü" diye fısıldadın.
Önce ruhu yoruldu adamın.
Parmakları sonra.
Bedeni de.