En az bin yıl önce ayrıldığımız Ata topraklarında bir hayalin peşindeydik.
Ne kalmıştı o günlerden geriye? Dilden gönülden ilden?
Ne kaldı buzullar çağından kopup Akdeniz sahillerinde güneşlenenlere?
Bunca zaman ayrılıklar siyasi etnik ve dini baskılar araya giren binlerce kilometrelik mesafe aşiret kavgaları yenilgiler zaferler ile geçen bin yıl.
Kurganlara altın ve mücevherleri ile gömülüp öbür dünyada saltanat bekleyenler. Altın takılarla süslü sevgililerin birlikte gömüldüğü Kağanlar... Pazırık Halıları İskit Altınları. Kamlar Şamanlar... Atları ile gömülüp öbür dünyada aynı atlarla zafer kazanacağına inananlar.
"Nerde kaldı benim Ural-Altay Dağlarım" diye ağıtlar yakan batı Türkleri? Rüzgârla yarışan atlarla gidip çelik kanatlı kartallarla geri dönen hasretliler. Çekik gözlü gidip sarışın mavi gözlü dönenler.
Kurt sesleri ile uyanıp ezan sesleri ile ibadet edenler. Islık çalan oklarla savaşıp mitralyözlerle geri dönenler. Yabani hayvan kürkleri ile gidip ipek pamuk ve sentetik elbiselerle geri dönenler. Gök Türk alfabesi ile okuyup yazarken Arap elifbası ve Latin alfabesi ile yazanlar. Üç vakit Gök Tanrıya dua ederken İslam'a girip beş vakit namaz kılanlar. Yenisey Irmağı Altay Dağları kıyılarında üzerine taş babalar balbal dikilip mezar taşına:
"Bayna Sangun'un oğlu Külüğ Çur
Kedersiz büyüdüm kader bu imiş." diye yazılanlar.
Bin kilometre uzaktaki Ötüken Yış'tan atlar ve kılıçlarla çıkıp bir kış gecesi kargı batımı karlarla kaplı Sayan Dağlarının Köğmen Ormanını aşıp kardeş Kırgız obasını basarak beyini öldürüp onunla övünenler.
"Siz buradan gidip Araplaştınız!" diyen Kamlardan azar işitenler. İşte bu kitapta bunlar ve daha fazlası var.
Ne mutlu ki bunları görüp yazıya kaleme döktük.
İyi okumalar.