Kur'ân'ın mucize oluşu onun en önemli yapısal özelliğidir. Söz konusu özellik ise onun nazım ve te'lifinde aranmalıdır. Kur'ân'daki kelimelerin âyetlerle âyetlerin sûrelerle münasbeti ve bunların tertibindeki insicâm onun mucizeliğinin bir göstergesi olduğu gibi Kur'ân'daki lafız ve mana dengesi de söz konusu göstergelerden bir tanesidir. İbn Atiyye'nin hemen hemen bütün müfessirlerce kabul edilen "Kur'ân'dan bir lâfız çıkarılacak olursa Arap lisanının tamamı alt üst edilse bile onun yerini tutabilecek tek kelime bulunamaz" şeklindeki beyanı Kur'ân'ın üslubundaki olağanüstülüğe işaret etmektedir.
Kur'ân'a göre Allah'a iman etmekle mükellef olan insan iman ettiği/edeceği yaratıcıyı tanımak ve bilmek ister ki bu da ancak "marifetullaha" yani Allah hakkındaki bilgiye kaynaklık eden isim ve sıfatların bilinmesiyle mümkündür. İman ve teslimiyetin ön koşulu olan "akla" sahip her bir fert yaratıcıyı yine ancak yaratıcının kendisini ona bildirmesiyle bilebilir ve tanıyabilir ki bu da Kur'ân (vahiy) yolu ile gerçekleşmektedir. İnsanın sıfat ve isimlerden soyutlanmış bir yaratıcıyı kavraması imkânsızdır. Yüce Allah Kur'ân'da gözlerin daha önce görmediği kendi zatından bahsetmek yerine sıfat ve isimlerinin kaynaklık ettiği fiillere olaylara ve onların neticelerine dikkat çekerek kendini bizlere bildirmektedir. Çünkü vâhidiyyet âlemle ilişkili olmayı ifade eder. Âlem ise Mutlak Zât'ın kaynaklık ettiği sıfatların ve isimlerin neticesi olduğu gibi vâhidiyetten doğan ilişki de Yüce Allah'ın sıfat ve isimlerinin bir gereğidir.