"Andolsun biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler..." (Hadîd 57/25)
İslam siyaset geleneği Hz. Peygamber'in (sas) Medine'ye hicreti ile başlayan ve Müslümanların tarih boyunca siyasete dair ortaya koydukları tüm ameli ve nazari ürünleri içeren bir süreci ifade eder. Halifelik vezirlik kurumu ile diğer alt yönetim kurumlarının icraatları ameli İslam âlimlerinin siyasete dair kaleme aldıkları eserler ise bu sürecin nazari yönünü teşkil etmektedir. Kur'an-ı Kerim ve sünnet ise daima bu iki yön için dolaylı temel kaynaklık görevini üstlenmiştir. Kendisini İslam şeriatı önceki Müslüman yöneticilerin uygulamaları ve yönetilenlerin maslahatı ile sınırlandıran adil Müslüman yöneticiler ve adaletin mülkün temeli olduğuna inanan Müslüman âlimler adaleti siyaset esaslarının en önemlisi olarak görmüşlerdir. Hatta İbnü'l-Kayyim el-Cevziyye gibi bazı alimler adalet nerede ise İslam şeriatı ordadır; adalet eşittir şeri siyaset şeri siyaset eşittir adalet mealinde sözler sarfetmekten kendilerini alıkoyamamışlardır.
Adaleti hem kendisinde hem de etrafında yerine getirme görevi olan insan tam da bu yüzden halife olarak nitelendirilmeyi hak etmektedir. Bugün hâlâ büyük bir problem olarak ortada duran insanların özgürlük alanları hakları ve sorumluluklarının neler olduğu meselesi ise insan-halifenin adaleti her daim yeni kılması ve yeniden anlaması/anlamlandırılması ile adalet üzere kaim olacaktır. Zira İlahi adalet için tam anlamı ile bir mutlaklık söz konusu iken ilahi adalet özü taşıyan diğer adalet çeşitleri için bu ancak mecazen söz konusu olabilir.