Kadın ağacın yaşlı ve geniş gövdesinin tam ortasına yerleştirilmişti. Bedenini saran incecik şeffaf simli kumaş dışında çırılçıplaktı. Yüzü de dahil olmak üzere bütün vücudu gümüş beyaz bir boyayla boyanmış cılız gün ışığında ara ara metalik bir ışıltıyla parıldıyordu. (...) Gözkapağının üstü de çeşitli tonlarda maviyle boyanmıştı. Gümüş rengi kaşların altında koyu maviyle başlıyor aşağı doğru rengi açılarak kirpik diplerinde beyazla bitiyordu. Aynı biçimde beyaza boyanmış kirpikler takma kirpik kadar uzun ve gürdü. Uçlarına kar yağmış gibi beyaz bir madde toplanmıştı. Kirpiklerinin gölgelediği gözleriyse sanki özlem dolu bir ifadeyle donakalmış üstünü kaplayan sütümsü tabakanın altında mavi mavi hiçliğe dalmıştı. (...) Karla ıslanmış çürük yaprakların kapladığı toprak zeminde ıslak ıslak parlayan koyulu açıklı bir yığın vardı; genç kadının bedeninin tam ortası oyulmuş o boşlukta her ne varsa çıkarılmış yere tam önüne yem gibi atılmıştı. (...) Soluk güneşin altında gümüşten bir tanrıçayı andıran genç kadının ölümü manzarayla bütünleşmiş ama bir o kadar da akıllara durgunlukverecek bir vahşetle sergilenmişti.