"Henüz onbeş onaltı yaşlarındaydım. Fakirdik. Yazın çalışır kışın okurdum. Dersler bana yetmezdi. O sırada çıkan bütün sağcı basını izlerdim. Orkun Tanrıdağı Serdengeçti Büyükdoğu...
Serdengeçti bizi başka dünyalara... İran'a Turan'a Türkistan'a esir vatana götürür bize bir amaç gösterir aşk ideal acılar iman ve heyecan dalgalarının içine atardı. 'Lavlar saçan bir volkan ne susmuş ne sönmüşüm... Ben bir fikir uğruna çılgınlara dönmüşüm.' Hâlbuki sonuncusu yani 'Büyük Doğu' bizi İran'dan Turan'dan Anadolu'ya çeker ve İslami şuurla yoğurmaya çalışırdı.
Dilinden üslubundan pek bir şey anlamazdık.
Ama şiirlerinden çok hoşlanırdık.
"En güzeli en güzeli güzelin Habercisi habercisi ezelin Tüllerinden şafak söken bir gelin Anneler babalar çocuklar gelin..."
Tüllerinden şafak söken bir gelin yani saf katkısız ölümsüz İslam.
Giderek bu fikir biz daha çok sarmaya başladı. O zaman kurulu bulunan Türk Milliyetçiler Derneği'nden yavaş yavaş Büyük Doğu Cemiyeti'ne doğru kayıyorduk. Cemiyette sık sık toplantılar olurdu. Konu hemen hemen aynıydı: İslam... Biz yavaş yavaş yaşanan İslam'la gerçek İslamiyet'in birbirlerinden çok farklı olduğunu anlamaya başlamıştık. Aylarca süren "Önce Türk müsün Müslüman mısın?" tartışmaları aramızda uzun süre kırgınlıklara dargınlıklara ayrılıklara kavgalara sebep oluyordu. Biz gide gide Necip Fazıl'ın safında yer almıştık. Onun fikirlerini benimsemeyene noksan yarım ve zavallı gözüyle bakıyorduk. Büyük Doğu bizim için kutsal bir dergiydi. Her yazdığı doğruydu. Necip Fazıl gözümüzde bir deha idi... Bir gün bu defa kumarhanede basıldı. Sanki dünya başımıza yıkılmıştı. Kâfir gazetelere inanmıyorduk."
Hüseyin Üzmez