Ertuğrul Emin Akgün'ün ilk kitabı Hepimizden Korkuyorum 2015 yılında çıkmıştı. Çıkışıyla edebiyat dünyasında yer yerinden oynadı mı bilmem ama en azından birkaç minik çakıl taşının hafifçe kıpırdadığını ben bu gözlerle gördüm. Doğrusunu isterseniz tedirgin edici bir deneyimdi. Bilemiyorum belki de taşlar yerinden oynamamıştı da yazar "korku"sunu bana yani okura bulaştırmakta ustaydı. İyi haber: Hepimizden Korkuyorum'un yazarı geri döndü. Kötü haber: O bulaşıcı korkuyu da peşinden sürükledi. Üstelik bu defa karşımızda daha "çok" öykü var. Yani şimdi bu EEA'nın ikinci kitabı ama aslında ilk kitabı gibi de. Yani ilk kitabıyla ikinci arasındaki fark bir "çok". Çok daha fazla öykü ve çok daha fazla korku. Yani karşımızda yazarın ilk kitabını da içine alan ve bahisleri yükselten bir ikinci kitap var. Hatırlıyorum onun ilk kitabı için şöyle bir şeyler demiştim: "Peki Ertuğrul Emin Akgün için o gizli ilk kent neresi? Büyükçekmece değilse bu gizli kentin adı kesin korku! Öykülerinde fiilen görülmeyen ama derinlerde bir dip akıntı gibi varlığını hissettiren korku. O bizden korkuyor. Hepimizden. Ve korkunç gözlükleriyle bize bakıyor. Görüyor. Biz de ondan korkmalıyız." Hâlâ aynı fikirdeyim. Üstelik şimdi daha... "Çok".