Kimsesiz kalmışım gibi. O çok sevdiğim yalnızlığım tek başınalığım -her neyse işte- içimi ürpertiyor. Karnımdan göğüs boşluğuma oradan genzime bir şey sızıyor. İçimin buzu eriyor diyeceğim değil erimeden yayılıyor yayıldıkça taşlaşıyor. Taşın eriyik haliymiş anlaşılan giderek kuntlaşıyor. Yalnızlıkla baş edilir nedir işte zaman geçer insan değişir ama bu başka zamanın geçeceğinden emin değilim. Yok yalnızlık değil bu. Evden çıkarken aklımın ucunu kemiren şey kendine yer yapıp yerleşiyor. Bu kuntluk onun işi. Koyu gölgesi düşüyor her şeye -denize bile- zamanı durduran da o; bu ıssızlık onun gölgesi.
2011 Haldun Taner Öykü Ödülü'ne değer görülen Diken Ucu'nda mayası tutacak gibiyken kesilenler bitiştikleri yerden kopanlar gecenin sonunda iki yana düşen kollar huzurlu tablolarda huzursuz ayrıntılar çıkıyor karşımıza. Sessizlikteki sesi sadelikteki zenginliği duyuran öyküleriyle Behçet Çelik içimizdeki bir yerlere çok önceden batmış zamanla sızısı geçer zannettiğimiz diken uçlarına dokunuyor.
Diken Ucu başlamamış şenliklerin ertesi.