"Beni Pazartesi günü aldılar. Yazıhanenin asansörüne biniyordum. Bir el hafifçe omuzuma dokundu. İkimiz de irkilmedik. Asansörün kapısının bir kanadını açmıştım. "Şubeye kadar gideceğiz" dedi ve gözüyle başıyla kapıya yürümemi isteyen bir işaret yaptı. Elimde çantam vardı. İçinde o seninle nereye saklayacağımızı bilemediğimiz hikâye. Hani evde oturup sekiz-on nüsha çoğaltarak oraya buraya dağıttığımız hikâye. Biliyorum sen bu hikâyeden vazgeçmemi hiç istememiştin. "Kitaba girmesin" diyen avukatımıza da bir güzel kızmıştın biliyorum. "Tavrımızı aykırı olana göre değil aykırı olmayana göre uygulayacağız" demiştin de ben üstüne üstüne gitmekten yana da hikâyeyi tümden yırtıp atmaktan yana da olamamıştım. Neyse işte çantada o hikâye vardı."
"Bana kalırsa dışarıyı düşünmemeli bir tutuklu. Dışarıyı da unutmamalı hiç. Sen bunu sağlıyorsun mektuplarınla. Artık mektupların yakalanmasından da korkmuyorum. Bize adamlıklarını günde beş on kez tabancalarını okşayarak anlatmaya çalışanlar bu mektupları okuduklarında sanırım ya da hiç sanmam ki anlasınlar çürümüş yalnızlıklarını ve hiç sanmam ki bunların birisinin insanlaşabileceğini. Yine de kapıp koyuverme..."