Smyrne'den 1200 km uzakta bir Güneydoğu şehrimizin tek devlet fabrikasında görevli olduğum o yılların her biri yüreğime bir demir ok gibi saplıdır.
Odama giren kişiler bir şaşkınlık yaşarlardı ilk anda. Benim odamın duvarlarından ve masamın üzerindeki camın altından ayrıca da benim yüzümden Smyrne fışkırırdı üstlerine. Onlarca kartpostal gülümserdi yüzlerine. Duvardan bir Atilla Ilhan şiiri gülümserdi.
Benim odam Smyrne idi. Bir Sezen Aksu şarkısı idi. Hem beni hem de odama gireni sarsan.
Benim bu Smyrne aşkımdan rahatsız olanlarda yok değil tabii hele o şehrin kendi insanları. Bana içten içe kızarlar ve kendi şehirlerinin farklı yönlerini güzelliklerini yemeklerini müziğini anlatırlardı. Haklıydılar da.
Kabul etmeliyim ki o güneydogu şehrinde güzelligine hayran olduğum seyretmeye doyamadığım kendi elemanlarım olan kızların yöresel folklor kıyafetleriyle yöre oyunlarını oynamalarıydı. Ben onları seyrederken daha bir güzel oynarlar ve dikkatli olurlar bir yandan bana bakarlardı.
Davul ve zurna eşliginde zıplayışları ve titreyişleri oynadıkları oyunun içindeki ayinleri tiyatro sahnesindeymiş gibi oynamaları beni bambaşka dünyalara götürür içimde sesler susar ve ben Ege kıyısında eski bir ezgiyle titrerken Körfez vapurunda akşam üzeri imbatının serinliğini içimde çok uzaklardan ve derinlerden duyardım.