"Zilli Saat" adlı öykü bitiği ile tanımış bir de yazı yazmıştım o kitabıyla ilgili. Daha çok yöresindeki insanların geçmişte yıllarca hüküm süren o büyük yoksullukla boğuşmalarını birbirleri ve doğa ile ilişkilerini ülkede yaşanan sosyal ve ekonomik değişimlere ayak uydurma bağlamındaki çaba ve savrulmalarına değiniyordu. O yılların gerçek tarihiydi bu öyküler sözel fotoğraflarıydılar.
Yazar Baycan elinizdeki bu yeni öykü kitabı ile esas olarak bu çizgisini sürdürüyor yani önce Ardahan ve çevresi yine o insanlar o yıllar... Gad Muzo Sandalye Gurbani ve Ramo adlı öykülerde yine Ardahan ve yöresinden olaylar ve insan manzaraları var.
Yazar izlemiş gözlemiş yıllarca; belleğine depolamış o insanlık yoksulluk hastalık ve çaresizlik hallerini. Şimdi de yazıya döküyor bunları: "İşte geçmişiniz bunları yaşadılar sizin büyükleriniz oralardan gelmektesiniz gideceğiniz yere bunları öğrenerek gidiniz yoksa sizler daha yaman çelişkilere darlıklara açmazlara düşersiniz..." dercesine. Ve oradan objektifini büyük şehirlere çeviriyor bir anda bugüne geliyor oralardaki atılmış itilmiş rayından çıkmış özünden sapmış insanların acıklı ve ibretli hallerini gösteriyor. "Vurgun" öyküsü bunun ne çarpıcı örneği.
Ama bir "Sinek" öyküsü var ki o bana göre bu kitabın başyapıtı. İlgiyle merakla ders alarak derinden düşünerek okunacak bir öykü. İşkence masasında bir kadın ve bir sinek... İkisi arasında oluşan bir direnç bağı ustaca betimleme özgün imgeler ve felsefik çözümlemeler.
"Öykü yazının sağlığına işarettir" der İspanyol yazar Jose Maira Merino... Ben Mahmut Baycan'ın öykülerinde bu sağlığı görüyorum... Okuyanları da sağaltacak bir sağlık...