"Hâce'nin evi Akşar'ın en güzel evi değildi. Gençliğinde Hayranî Hazretleri'nin yardımıyla yerleşmişti bu eve. Bir dönümlük arsanın intifa hakkı kudretlilerden bir müride Konya sarayından bağışlanmıştı. Üstünde derme çatma tek göz bir virane vardı ki çilehanelerin ocaksız penceresiz köhneliğinden hallice değildi. "Bunu senin mülkün edelim bedelini peyderpey ödersin" dediydi Hayranî Hazretleri.
Hâce bu öneriyi bir hafta kadar gönül terazisinde tartmış bin bir tasayla uyuyup karabasanlarla uyanıp dilini olmaz demeye alıştırmaya çalışmıştı. O vakitler dünyanın düzeni şimdiki gibi değildi. Birtakım adamlar vardı ki inayet şeyhten de gelse acaba kabul etmekte bir beis var mıdır diye yeis yeis düşünüp kavis kavis dertlenirlerdi."
Hüsnü Arkan bu yeni romanıyla okurunu farklı bir dünyaya Anadolu'ya birkaç yüzyıl öncesinin Akşar'ına şimdiki adıyla Akşehir'ine götürüyor.
Selçuklularla Moğolların cirit attığı topraklardaki kanlı mücadelelere el değiştiren kentlere aşklara ve ihanetlere esirlere ve cinayetlere kısacası o dönemin insan hikâyelerine o günlerin diliyle o günlerin bakış açısıyla hem maceralı hem eğlenceli bir pencere açıyor. Romanın başkişisi Hâce ise hiçbirimize yabancı değil;
Hâce diğer adıyla Nasreddin Hoca.