Göğün gürlemesiyle irkilmem bir oluyor. Anılarımdan uyanıp iyice kolaçan ediyorum sağımı solumu. Sırtımdaki neme uzanıyorum. Sabaha çıkamayacağım hissiyle boğuluyorum yine. Ölüyorum Macit Efendi bana dair ne varsa uyuşmaya davranıyor. Tür tür böceklerin (ki bunlara küçüklüğümde beni korkutan iğrendiren ve öldürdüğüm böcekler de dâhil) yıllarca hizmet ettiğim organlarıma yanımdan bir an olsun ayırmadığım hikâyelerime kafamdaki insanlara yarım yamalak insanlığıma ve varlığımın her zerresinde baş gösteren deliliğime diş geçirmeleri yankılanıyor içimin engin boşluğunda. Topraklaşıyorum git gide. Daha doğrusu toprağa yamanıyorum. Benden arda kalanlara toprağın sahip çıkacağına seviniyorum bir an için. Sonra düşünüyorum efendi benden arda kalanları düşünüyorum. Aklım dolup taşmıyor bu kez. Sahi diyorum içime doğru bu kürede neler gördün nelerin varlığından şüphe duymadın? Hepinizin aslında bir yanılsama olabileceğinize ihtimal veriyorum. Bunu pekâlâ yakıştırıyorum kendime çünkü yalnız kendime yalan söylemeyi becerebildiğimi getiriyorum aklıma. Aklım almıyor artık hiçbir şeyi eriyor düşüncelerimin ağırlıkları tıpkı ulu bir buzulun saniyeler içerisinde okyanusa karışması gibi. İnsan olmaya zerre heves göstermediğimi sanıyorum. Ama alenen ölmekten korkuyorum yok olmaktan fosilleşmekten korkuyorum. Çelişkilerle dolu olduğumu fark ediyorum ve bu beni biraz üzerken biraz da eğlendiriyor. Çelişkilerime bu denli bağlı olmamı alenen beyhude bulduğunu biliyorum ve seni derin üzüntü içerisinde kınıyorum. Yaşamla aramdaki az sayıdaki köprülerden birini onlarla inşa ettiğimi görmemene üzülüyorum.