Aşk ile sarmaşık arasında pek yakın bir alaka vardır. Bu hem anlam yönünden hem de fiiliyatta böyledir. Zira sarmaşık aşkına râm ettiği nesneyi sarıp sarmalar. Onu o kadar çok sarar ki belli bir zaman sonra artık ikisi birbirinden ayırt edilemez olur. İkilik ortadan kalkar tek bir cisme tek bir bedene dönüşür. Aşk vahdeti gerçekleşir. Ormanlarda bir sarmaşığın esiri olmuş bütün gövdesi ve dalları bir sarmaşık tarafından sarılmış ve öylece kuruyup gitmiş kendisini sevgilide yok etmiş ağaçlar görmek pekala mümkündür. Bazen bir sarmaşık tohumu tıpkı gönle düşen aşk tohumu gibi bir bahçeye düşer. Aşkın vücûdu ele geçirişi gibi sarmaşık da bahçeyi tümden sarar sarmalar. Artık sarmaşığın sardığı bahçede görülen tek varlık sarmaşıktır. Sarmaşık bahçede aşk istilâsı gerçekleştirmiş bahçedeki tüm varlıkları esareti altına almıştır.
Sanıyorum bu manzara Uşşâkîliğin de remzidir. Zira tasavvufta da her aşk yolcusu bir sevgilinin cezbesine tutulmuş varlığını ona adamıştır. Pîr-i tarîkat Hasan Hüsammeddîn Uşşâkî'nin Uşak ilinde ikameti nedeniyle bu ismi almış olmasından öte Uşşâkîlikte her mürîd (sâlik) mürşidini aşk ile sevmek durumundandır. Her mürşid kendisinden öncekilere aşk ile bağlanmıştır. En tepede bulunan pîr-i tarîkat ise Allâh ve rasûlüne cân u gönülden bağlı sâdık bir aşıktır. Böylece aşk silsilesi ortaya çıkmıştır. İşte bu yüzden tarîkatın adı Uşşâkîlik olmuştur. Uşşâkîlik âşıklık yoludur. Kendini sevgilide yok etme yoludur. Kesretten kurtulup aşkın vahdetine erme yoludur. İşte bu yüzdendir ki zaten duygusal bir karaktere sahip olan gönül ehli Anadolu insanın manevî dünyasına hitap etmiş pek çoğu sadık birer âşık olarak Uşşâkîlik yoluna girivermiştir. Bu yolda nice yol erleri aşkın yolunu çizmiş Uşşâkîliğe yön vermişlerdir.
Biz de elinizdeki bu kitapta aşkı terennüm eden bir Hak dostunun Karacasulu Yemez-zâde Süleyman Rüşdî'nin hayatını eserlerini ve şahsiyetini kendi eserlerini merkeze alarak ortaya koymaya çalıştık. Onun şiirlerini topladığı Dîvân'ı ve mesnevî tarzında kaleme aldığı Tercüme-i Kitâb-ı Pend-i Attâr'ı biliniyordu. Ancak bu iki eserinden başka irili ufaklı daha birçok eseri bulunmakta idi. Hatta bu eserleri bir mecmûada toplanmıştı. Fakat daha önceki çalışmalarda bu eserlerinden bahsedilmemişti. Biz bu çalışmada; hem bu eserleri ortaya koyarak okuyucunun istifadesine sunmayı hem de eserleri üzerinden bir şahsiyet analizi yapmayı hedefledik. Bu bağlamda çalışmamızın üçüncü kısmını oluşturan ve eserleri transkripsiyonlu olarak Latin alfabesine aktardığımız bölüme Mecmûa-i Rüşdî adını verdik. Eser böyle bir başlık taşımasa da gelenekte bu tür eserlerin mecmûa olarak isimlendirilmesinden dolayı böyle bir yola gittik. Böylece aşk yolcularına bu zorlu yolculukta bir bardak soğuk su ikram ettik. Kabul buyrula efendim.