Kâsemden şarap kadar yaşam dökülür akıl edip dinleyene. Ait değil uçuşanlar kafasını gömene. İşte bahar: Kargalar serçeler ışıldayan yıldızlar. Siyah atlar nal sesleri çığlıklar! Toz toprak ter içinde afyon çizen kadınlar. Bir çay! İçinde ufak taşlar üstünden aşan çocuklar. Çıkılacak ağaçlar söylenecek türküler dinlenecek masallar. Bir dost yârenliğinde bir veli huzurundabir kâtip kaleminde geçip giden on yıllar. Kâbuslar tatlı rüyalar umutlar. Ses ve sessizlik içinde beyaz duvarlar. Kırık bir kalem bozuk mısralar uydurulmuş yaşamlar... Sonra bir gün her şey durdu. Çıt çıkmıyordu. Sorularım vardı ama yanıtsızdım sessizlikte.
Gözlerim miydi gören parmaklarım mıydı yazan?
Peki kimdi konuşan neydi söyleten? "Ben neyim ben?"
Yağmıştı gökyüzü yüzüme; "Bir 'Şey' sonsuzsa o 'Şey' dışında
bir 'Şey' olma ihtimalin yok. Ben senim ben!"
En ilkel inançlarla en basit arzular insan zihninin varabileceği en aşkın en ileri sezgileri ve en yüce kavramları içinde barındırır. Kornelyus'un Ezgisi'nin yüz yetmiş yıla yayılan yedi ayrı ülkede geçen ve on iki ana hikâyeden oluşan örgüsünde bu zıtlık fazlasıyla kullanılıyor.
Kornelyus bilinmezi korkusuzca sorgularken varlığın ve hiçliğin zihnin ve inancın sınırlarında dolaşıyor. Zerdüştîlikten İran'daki Türk varlığına ve Türkiye'deki azınlıklar meselesine derin devletten uyuşturucu kaçakçılığına saykodeliklerle hakikatin eşiğindeki gezinişlerden aşkın saf hâline ve en sert BDSM fetişizm tecrübelerine kadar uzanan bu ezgi şair filozof Vyasa'nın binlerce yıl önce söylediği "Tanrı'nın Ezgisi" isimli eserine nazire yaparcasına insanlığın evrensel diye addettiği tüm kabul edişlere cesur bir meydan okuyuş niteliğinde.