Mana ve lafız bütünlüğü olan Kur'ân-ı Kerim bir Müslüman için îmân ahlak amel ve tefekkür kaynağıdır. Aynı zamanda her çağın insanının gaybî ve şuhûdî ihtiyaçlarına cevap verme özelliğini de bünyesinde barındıran ilâhî kelâmın bilimsel araştırmalara konu olması elbette kaçınılmazdır. Bu itibarla onun üzerine yapılan anlamaya ve yaşamaya yönelik uğraşıların tümünün oldukça kıymetli olarak addedilmesi gerekir.
Dilbilimsel alanda meydana gelen modern usullere dayalı çalışmalar ve sonuçları Kur'ân-ı Kerim'in ilgili sahada yeniden değerlendirilmesi gerektiği kanaatini uyandırmıştır. Sadece Müslümanlarda değil aynı zamanda -ve onlardan daha önce- özellikle batılı şarkiyatçılarda da söz konusu kanaat uyanmaya başlamıştır. Bu sahada bilhassa Kur'ân-ı Kerim'in kavramlarının merkeze alındığını bariz bir şekilde müşâhede etmekteyiz. Arthur Jeffery'nin The Foreign Vocabulary of the Qur'ân başlığını taşıyan eseri tüm eleştirilere rağmen esasen bilimsel olarak hazırlanmış bir doktora çalışması olup az önce işaret ettiğimiz hususun bir örneği olarak görülebilir. Konu ile ilgili çalışmaları yaparken Jeffery gibi şarkiyatçıların Kur'ân-ı Kerim'in önceki dinlerin değerlerinden esinlenerek oluşturulduğu şeklindeki kabullerini ispatlamak için onun kaynaklarını dil vasıtasıyla ortaya çıkarmak gibi bir amaç zihinlerinin bir köşesinde daima varlığını korumuştur. Pek tabidir ki böylesi bir hedefin ister istemez dilbilimsel araştırmaların sonuçlarına aynı doğrultuda yansımaması beklenemezdi. Onlar saha ile ilgili çalışmalarını ne maksatla yaparlarsa yapsınlar sonuçta ilahî kelamın lafızları manalarıyla bir bütün olarak kıyamete kadar tüm insanlığın iman amel ahlak ve tefekkür boyutundaki tüm ihtiyaçlarına cevap vermeye devam edecektir.
Modern dönemlerde İslâm dünyasında Kur'ân kavramlarının Sâmî dilleri ekseninde çalışılması mevzuu ilim çevrelerince yeterli ilgiyi maalesef görebilmiş değildir. Elbette bunun birçok sebebi olabilir. Fakat sebep ne olursa olsun kavramların Sâmî dilleriyle mukayeseli olarak değerlendirilmesi Kur'ân araştırmacılarının gündemine gelme noktasında oldukça geç bırakılmış bir husus olduğu için ister istemez bu saha ile ilgili batılı müelliflerin çalışmaları epeyce bir süre daha önemini korumaya devam edecek gibi gözükmektedir. Bu durumda Müslüman ilim adamlarının da en az batılılar kadar bu sahada etkin ve yetkin olmasının hem ümidimiz hem de hedefimiz olması gerektiği kanaatini taşımaktayız.