Bu araştırmamızın başında amacımızın Fıkıh/İslam Hukuku alanında yapılan çalışmalarda gözlenen bir boşluğa ya da önemli olduğunu düşündüğümüz bir aksaklığa dikkat çekmek olduğunu belirtmiştik. Şöyle ki bu alanda yapılan çalışmalarda belki de sözü edilen alanın yapısından ve muhtevasından kaynaklanan bir biçimde bir objektif bilgi arayışı somut olayların teknik bir zihniyede incelenmesi söz konusu olmaktadır. Bu durumun arka planında modem zamanlarda ortaya çıkan din ile dünya fizik âlemle metafizik âlemin artık bir daha yan yana gelemeyecek biçimde birbirinden ayrılması dinin toplumsal düzene yönelik taleplerinden uzaklaştırması gibi çabaların bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu çaba ve faaliyetlerden İslam fıkhının da etkilendiği de yadsınmaz bir gerçektir. Bir başka ifadeyle özü itibariyle bize ait olmayan bu dünyevileştirme projesiyle birlikte fıkıh (İslam) hukuk(un)a dönüştürülmüş bunun neticesinde dinin özündeki iman-lbadet ve ahlâk vurgusu büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır. Buna bağlı olarak müslümanların olaylara bakışı içinde anlamlı bir bütünlük ve tutarlılık arz eden fıkıh penceresinden değil manevi iç dokusu seküleştirilip boşaltılan kuru bir teknik-mekanik bir alandan yapılır hale gelmiştir. Hâlbuki geçmiş tarihi süreçlerde İslam düşüncesinin geleneksel ulema-fukaha profilinde sözü edilen bir kopuştan söz etmek -küçük istisnaların dışında- mümkün değildi. Ulema ve fukaha denilen kesim -özellikle selef-i salihin dediğimiz ilk üç kuşakta- sadece dünyevi-teknik çalışma yapan bir bilim adamı sıfatıyla değil aynı zaman da bir inanç ve ahlâk önderi sıfatıyla da işlevlerini sürdürüyordu. İşte bu çalışma bize sözünü ettiğimiz kopuşu ortadan kaldırmanın yegâne yolunun hayatı bölmeden onu bir bütün olarak algılayarak fıkha ve fakihli bir yapıya yani İmâm-ı 'Azam Ebû Hanîfe örneğindeki âlim tipolojisine tekrar dönmek gerektiği gerçeğini bir kez daha göstermiştir. Buna göre fakih sadece dünya işleri üzerine düşünüp çözüm üreten bir tekniker değil aynı zaman da dini ve ahlâki duruşuyla da topluma istikamet veren bu mübarek gaye ve ideali her zaman üst-değer olarak ön planda tutan kimsedir.