Hayat zebranın sırtı gibidir derdi babaannem. Siyah ve beyaz günler...
Ve hiç kimse sonsuza kadar avuçlarında tutamaz ne mutluluğu ne de hüznü!
"Leylaaa sen misin?" diye inledim. İnledim diyorum çünkü sesim çıkmamış dahi olabilirdi. O heyecan ve korkuyla bunu başaramamış olabilirdim. Artık ne olursa olsundu derin bir nefes alıp bütün gücümü topladım: "Leyla!" diye seslendim hiç ses çıkmıyordu. Tekrarladım: "Leyla Leylaaaa..."
"Değilim bağırıp durma doymadın mı dayağa!" dedi bir ses. Donup kaldım Leyla değildi sesin sahibi belki de Leyla şu an evinde idi. Zaten onu işkence görmüş perişan bir hâlde karşımda görsem dayanabilir miydim bilmiyorum. Ayrıca günlerdir beni döven insanlardan başka birinin sesini duymak iyi gelmişti. "Sence gene dövecekler mi abi?" dedi. Sesindeki dehşet verici korku ve çaresizlik beni de ürküttü. "Bilmiyorum." dedim. Nasıl bir vicdan bu kadar acımasız olabilirdi ki? Bir şairin şiir yazması bir terzinin elbise dikmesi ya da bir doktorun hasta muayenesi kadar doğaldı onlar için de elleri gözleri bağlı bir insanı acı eşiğini en sonuna kadar zorlayarak işkence yapmak. Bu zebaniler için herhâlde yaptıkları iş bir meslekti. Eğer öyle ise işini çok iyi yapanlar ve yapamayanlar da vardı. Ve eğer işini kötü yapanlar var ise bu işte kötü olmak ne anlama geliyordu?