Şehir orada insanın bağrına bıçak gibi saplanan çaresiz bırakan güzelliğiyle erguvan alev rengi lacivert hareleriyle karanlık bastırdıkça yükselen yedi kollu muhteşem şamdanıyla karşımda duruyor. Bu kadar güzel olmasa içim bu kadar acımayacak. Ona yeniden sahip olacağıma inansam yeniden "Bekle Bizi İstanbul" deme gücüm olsa böyle kederlenmeyeceğim. Belki binlerce yıl önce de Septimus Severus'un askerlerinin kılıcından ve şehri yutan alevlerden kurtulmuş bir Bizantionlu tapınakların ve tanrı heykellerinin karşısında yere çöküp aynı duygularla ölmeye yatmıştı. Belki yüzlerce yıl önce Fatih'in askerleri surları yarıp şehre girdiğinde Konstantinopolis'e tutkuyla bağlı bir Bizanslı bilge ya da Venedikli Cenevizli bir tüccar içinde aynı çaresiz yorgunluğu duymuştu. Belki de son Osmanlı yabancı bir gemiyle şehri terk ederken limana son bir defa aynı çaresiz kederle bakmıştı. Ve her fetihten her zaferden sonra şehrin yeni sahipleri içlerinde aynı büyük umut aynı zafer küstahlığıyla şehri kendi suretlerine göre yeniden yaratmaya kalkmışlardı.