Eve Dönen Düşünce temel olarak düşüncenin tarihselliğini göz önünde bulundurarak toplum kavrayışının "doğa ile" nasıl şekillendiğini tartışıyor. Felsefe ve bilim tarihindeki kırılmaları "doğma ortaya çıkma ilan edilme kurucu babalar" gibi anlatılar haricinde bir formasyon olarak değerlendiriyor. Pedagojik gerekçelerle öğrendiğimiz Avrupa-merkezci lineer düşünce tarihi anlatıları bozulurken Aristoteles'ten Aquinas'a Hobbes'tan Spinoza'ya Durkheim'dan Bookchin'e feodalizmden ütopyaya köleleştirmeden kapitalizme tarih ile düşüncenin refleksif diyaloğunu çift taraflı bir şekilde ele alıyor. Bu yordamla Avrupa-merkezci anlatı yerini -sıklıkla karşılaştığımızın aksine- metodolojik milliyetçiliğe bırakmıyor; onun dayanak noktası insan-merkezcilik eleştirisi kitabın merkezinde yer alıyor. Mete Akbaba dilin ve düşünürlerin büyüsüne kapılmadan uygarlığın doğayı sömürgeleştirmesiyle son bulan toplum-doğa ilişkisini düşünce tarihi üzerinden okurken toplumsal tarihin gerçekliğini göz önünde bulundurarak düşünürlerin ve bilim insanlarının bulundukları dönemlerin ürünleri olduğu gerçeğini gösteriyor. Eve Dönen Düşünce'de teori-pratik ayrışmasının sonucu olarak tekniğin egemenliğinin nasıl karşılanabilir olacağı sorusuna cevap vermek için insanlığın neden adil bir düzende buluşamadığı ütopyaların hangi ihtiyaç doğrultusunda ortaya konulduğu toplumun kanunlarının hukuktan nasıl ayrıştığı siyasetin toplumun üzerine nasıl kapandığı değerlendiriliyor. Kapitalizm gibi tartışmalı ve bir o kadar güçlü bir düzen iddiasının dahi "yeşillenmeye" ihtiyaç duyduğu günümüzde ekolojik yaklaşımlar disiplinciliğin cevap veremediği bu aşamada karşımıza çıkıyor. Mete Akbaba disiplinci körleşmelerle son bulan anlatıları eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirirken Antikite'den günümüze doğa-toplum ilişkisinin dönüşümünü açık ve keskin bir anlayışla ortaya koyuyor.