Yemoşoğlu Mehmet daha küçük bir bebekken babasını tarla yüzünden çıkan bir kavgada kaybeder. Annesi henüz kocasının kanı yerde kurumadan kocaya kaçar Mehmet yetim kalır.
Döktüğü gözyaşları babası için değildi; öldürülenin babası olduğunu bilmiyordu peşini tuttuğu kadınlar ağladığı için ağlıyordu. Nenesinin yanında büyür. Nenesi Adana Ermenilerindendir; Sultan Abdülhamit'in hışmına uğramış iki çocuğu ve kocasını kaybetmiştir.
Mehmet yoksulluk içinde büyür. Zara'yı tanır dünya onun olur; ne para ne pul ne bayram ne şölen takar "Zara'm var ya!" diyordu. Zara ölünce dünyası yıkılır yanan ışığı söner saray olan evi enkaza çayır çimen olan dünyası güneşte kavrulan kuru otlarla kaplı bozkıra döner.
Mevlana'nın semazenleri gibi bazen kendi etrafında bazen de daha uzaklarda kâh isteyerek kâh istençleri dışında ha bire dönenler arasındadır. Sert rüzgâra kapılır hiç tanımadığı insanların yanına koca Roma'ya Bizans'a Osmanlı'ya ev sahipliği yapmış İstanbul'a savrulur...
(...)
"Uyyy! Deprem!" dedi Fatoş. "Sadık kalk! Deprem! Serdar! Serdar!" dedi. Kalktı sağa sola yeltendi yalpaladı duvardan duvara savruldu. Kalktı tekrar savruldu bir uğultu bir sarsıntı bitmiyordu. Saniyeleri aşmayan bu sarsıntı saatlere denk geliyordu. Elektrikler kesildi pat diye düştü karanlık olan dünyası tam karardı tavan beline düşünce tamamen karanlık dünyaya gömüldü...
Mehmet karanlığa gömülen kızının akıbetiyle çöker... Dağları vadileri şarıl şarıl akan suları toprağı ağaçları kır çiçeklerini ilkbaharda yağmur yağdığında kokan nem kokulu toprağı ıslandığında koku saçan yığın yığın kuru otları çiçekleri menekşeleri akşam karanlığında gökyüzünde parlayan yıldızları özler...
Ama savrulmuştu bir kere. Savrulan yalnız Yemoşoğlu Mehmet değildi; çocukları Sezar Fatoş Nazan Cemal ve Nuray da babalarıyla savrulurlar; her biri yaşamı gibi ayrı bir rüzgâra kapılır...
"Yemoş Hatun ve Çocukları" savrulanların rüzgâra kapılanların büyülü acı bir aşk hikâyesidir...