İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik akla ve iradeye sahip olmasıdır. Kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri idrak etmesi aklıyla dilediği fiili gerçekleştirmesi ise iradesi ile olmaktadır. Bu iki meleke sayesinde insan ilâhî teklife muhatap olmuş ve fiillerinden sorumlu tutulmuştur. İnsan bu vasfı sayesinde başkalarıyla hukukî tasarruflarda bulunmaktadır. Söz konusu hukukî tasarrufun sonuç doğurması için karşılıklı rızâ önemli bir ilkedir. Bununla birlikte karşılıklı muamelelerde rızâ bazen ortaya çıkmamakta bazen de açık irade beyanı ile uyumsuz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Fakihler buna irade ayıpları veya rızânın ayıpları demektedir. Bu ayıplar; ikrah hata ve hile gibi hallerde ortaya çıkmaktadır.
İkrah inanç alanından ibadet alanına malî tasarruflardan ceza gerektiren fiillere kadar birçok alanda görülebilmekte ve bu fiile maruz kalan kişi ile ilgili hükümlerin değişmesine sebep olmaktadır. İkrahın etkisiyle işlenen bir fiilin hükmü ikrahın meydana geldiği olaya ve ikrahta kullanılan vasıtanın türüne göre değişmektedir. Ancak söz konusu hükümlerde meydana gelen değişmenin sınırı konusunda İslâm hukukçularının farklı bakış açıları bulunmaktadır. Bu çalışmada ikrahın hukuki mahiyeti ve buna bağlı olarak meydana gelen hukuki sonuçlar fakihlerin konuya farklı bakış açıları ışığında ele alınmış ve değerlendirilmiştir.