Karşımızda sanki ayaklarımızın altındaymış gibi bir akarsu vardı: Murat'tı bu. Geçtiği kıvrımlı yollar bir yılanı andırıyordu. Güneş ışıkları yansımış parlıyordu. Denizler gibi mavi olmasa bile bazı yerleri denizlere kırk çekerdi. Etrafında küçücük sahilcikler vardı. Suyun sağ ve sol kıyılarında boyları altmış yetmiş santimi bulan makiler uzanıyordu. Göz alabildiğince uzanan yemyeşil tarlaların aralarına adeta serpilmiş çiftlik evleri göz kamaştırıcı şeyler olarak göze çarpıyor ama çok geçmeden doğanın anlamını bozan çöp yığınları gibi algılanmaya başlıyordu. Biraz önce geçtiğimiz hapishanenin arka tarafında Murat'a doğru düzensiz kondular sıralanıyordu. Oniki onüç yıl öncesine kadar buralarda yemlik topladığımızı anımsadım.