İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarıyla birlikte savaşın galipleri hiç de alışık olmadıkları bir oyunun içerisine sürüklenmekteydiler. Tanımlaması oldukça güç daha önce hiç oynanmamış bir oyundu. Perdeyi Doğu Avrupa'da açanların nerede ve nasıl kapanacağını bilemeyecekleri bir oyun. Soğuk Savaş adını alacak olan bu oyun dünya siyasetini uzun bir süreliğine esir alarak gerek ABD'yi gerekse de SSCB'yi büyük bir umursamazlıkla uzak coğrafyalarda sonu belirsiz maceralara sürüklemekten geri kalmayacaktı. Cangılları bataklıkları tünelleri hava köprüleri yeraltı siloları kitlelere dar gelen meydanları ve de uzaya taşan yarışıyla mekan kavramını bu denli hiçe sayan bir oyun. Bir de onun ayrılmaz bir parçası olan gündem eskitmede üstüne olmayan amansız bir tempo. Ardı arkası kesilmeyen Berlin bunalımlarıyla soluk soluğa izlenen Küba Kriziyle sürpriz Tet Saldırısıyla ve de Doğudan Batıya akıl almaz kaçış öyküleriyle. Ancak tüm bunlar dahi diplomasi tarihinin bu çok özel dönemiyle adeta özdeşleşmiş olan oyuncuları olmadan eksik kalırdı. Soğuk Savaş'ı asıl yaşatacak olan da onlardı. George Kennan'ın uzun telgrafı Francis Gary Powers'ın U-2'si Fidel Castro'nun purosu Jan Palach'ın mektubu Afganlı mücahitlerin Stinger'ı ve de isimsiz kahramanların Berlin Duvarı... Hepsi 'Soğuk Savaş Müzesi'nde.