Hepimiz ezelde yazılmış bir senaryonun yeryüzündeki figüranlarıyız ve Allah her bir nesnenin varlık âlemindeki zuhûrunun Ezel'de "Ol!" emriyle yaratmış olduğu bu senaryoya uygun olmasını İlâhî Hikmeti'yle murâd ve takdîr etmiştir. Bütün oyun süresince bizden beklenen rolümüzü senaryonun vaz ettiği kurallara göre: 1) teslimiyetle ve 2) sabırla oynamamızdır. Kimse ama hiç kimse bu senaryonun dışına çıkamaz.
İşte Kur'ân'da "ahsenü'l-kasas" olarak nitelendirilen Hz. Yûsuf'un kıssası da bu büyük senaryonun geçmiş zamanda oynanmış bir bölümünden/versiyonundan ibarettir. Bu oyunda sahne almış kişiler rollerini en mükemmel bir şekilde oynamış sonunda Allah'ın rızâsını kazanmış olarak sahneyi başka oyunculara devretmişlerdir. Bu kıssa iyi okunduğunda Merâtib-i Tevhîd'in yani Tevhîd Mertebeleri'nin ilk basamağı olan Tevhîd-i Ef'âl'in idrâkini en azından ilme'l-yakîn olarak zevk etmeye kapı açar. Yûsuf kıssası içeriği ile "Olacak olan hakkındaki hüküm yalnızca Allah'a âittir" gerçekliği üzerine kurulmuştur. Bu şu anlama gelmektedir: "Gayb âlemini de Şehâdet âlemini de en ince ayrıntısına kadar bilen Allah'tır. Çünkü her ikisinin de Hakîm ve Alîm olan Hâlıkı O'dur. O bütün bunları Kader kitabında tesbit etmiştir. O'nun hükmünün dışında tecellî eden hiçbir şey yoktur."
Niyetimiz zâhir/görünen bu âlemin bâtınında mestûr olan Hakk'ı müşâhede idrâkini uyandırmak ve Karagöz perdesinin ardına dikkat çekmektir. Bunu başardığımız ölçüde kendimizi bahtiyar hissederiz. Kusurlar bize kusursuzluk ise Allah'a özgüdür.