Müminler için şûra (meşveret müşâvere) ilkesinin hayatî bir önem taşıdığını Kur'ân'ın sûrelerinden birinin "Şûrâ" adıyla anılmasından anlaşılmaktadır. Allah Teâlâ Hz. Peygamber'den vahiy gelmediği takdirde rey ve içtihada dayanan meselelerde ashabına danışmasını onların fikirlerini almasını istemiştir. Bu durum İslâm dininin şûrâya Müslümanların birbirleriyle danışıp görüş alışverişinde bulunmasına önem verdiğini açıkça ortaya koymaktadır.
İnananların aralarındaki işlerini ve aldıkları kararları ortak akılla danışma ve görüş alışverişinde bulunmak suretiyle almaları büyük önem taşımaktadır hatta bu imanlarının bir gereğidir. Bu çerçevede Müminlerin ittifakı ittihadı dayanışması ve tefrika içerisinde olmamaları söz birliği etmelerine bir başka deyişle istişâreye bağlı olduğu önemle vurgulanabilir. Hz. Peygamber'in vefatı üzerine ashab istişareye önem vermiş önemli konuları istişare ile çözüme kavuşturmuşlardır. Ancak sahabe döneminden sonra şûra düsturu Kur'ân'ın öngördüğü şekilde uyumlu bir biçimde geliştirilememiştir.
Asrımızda ise müminler bir türlü Kur'ân'ın şûra çağrısını yerine getirmede başarılı olamamışlar inandıkları Kur'ân onlara her türlü işlerini aralarında istişare ile bir başka deyişle ortak akılla yapmalarını öğütlerken en hayatî konularda bile fikir birliğine varamamaktadırlar. Hiç olmazsa Müslümanların yaşadığı toprakların düşman işgallerine karşı korunması müminlerin dinlerinin canlarının mallarının namuslarının muhafazası ve dokunulmaz/kutsal mekânların himayesi meselesinde ortak bir fikir etrafında buluşmaları beklenirken maalesef bu da sağlanamamıştır. Ehl-i kıble ehl-i tevhid daha geniş bir ifade ile Muhammed ümmeti/ümmet-i icabet istişareyi umursamamaktadır. Bu Yüzden Kur'ân'ın istişare çağrısına müminlerin yeniden dönmesi ve icabet etmesi farz-ı ayn haline gelmiştir.