"Yazı'nın karanlık sularına dalmazdan önce okumanın bıçak sırtı sınırındaki meçhul okura küçük bir uyarı; şimdiden belirtmeliyim ki Boğaziçi'nde bir okul yazının mirengi noktasıdır ama kuruntuların çekiştirip sürüklediği bir dünyanın etrafında dönüp dolaşacağız. Kuruntular yanıtlardan çok soru işaretlerini dayatacak doğası gereği...
... Son anlarımda izlediğimi biliyorum. Harflerin üzerinde atmaca gibi ilerleyen gözleriniz ve çektiği fotoğrafları asla bilemeyeceğim beyin dalgalarınızın boyundurduğunda her bir okuma ölümünü hazırlayacak. Kendi kendime biçtiğim akıl almaz sonu."
"... İnsan bir başkasının rüyalarına yatıyor olabilir mi? O yüzden mi kendime bile yabancı uyanıyorum sabahları. Neler gördüğümü sana anlatamam çünkü anımsamıyorum ama bir yük gibi sırtımda taşıyorum. Yükler üst üste bindikçe pılını pırtını toplayıp kaçmak istersin ama o soru bilincine yerleşir. Ya bu yükten kurtulamazsın. O zaman işte o zaman Tahir aslında gidilecek bir yer olmadığını bilmenin dehşetiyle baş başa kalırsın. Bir yere kıpırdayamazsın belki burada doğmamışsındır ama burada ölürsün. Gün ışırken ölürsün akşam karanlığı çökerken ölürsün sabah ezanı allak bullak eder bir daha uyuyamazsın. Rüyalarını anımsamak isterken parça parça olursun. Bu bina... delice bir yapbozun ortasında kalakalmış yaralı bir Tanrı. İstanbul'a tepeden bakan... bakabilen Büyük Göz. Anlıyor musun?"