"Polis arabasının tiz sesini duyunca irkildi. Demirtepe köprüsünün altındaydı. Bu kötü bir haberi çağrıştırıyordu. Durup kulak kabarttı havayı dolduran uğultu sıhhiye tarafından geliyordu.
Başka bir zaman olsa hiç duraksamadan o tarafa koşardı ama şimdi hiçbir şey hissetmiyordu. Elinde olmadan başını kaldırıp yukarı bakarken kocaman bir gümüş tepsi gibi ışıl ışıl ayı gördü. Sanki köprünün üzerine düşmüştü. Baktıkça da anlaşılmaz bir şekilde içinde bir an önce kaçıp gitmek geldi. Rüzgâr hızını arttırmış yıldızların önünü kapatan bulutlar alçalmış gökyüzü durmadan kargacık burgacık ışıltılarla parçalanıyordu. Biraz hızlanarak Tandoğan'dan gelen üst yola çıktı. Kalabalıktı ve insanı ürküten gürültüler çoğaltmıştı. Hızla geçip giden arabaların kulakları zorlayan korna sesleri seyyar satıcıların işportacıların avaz avaz bağırmaları sokak başındaki zerzevatçının ne dediği anlaşılmayan hoparlördeki cızırtılı gürültüsü hepsi birbirine karışıyordu. Trafiğe dalıp yürürken birden çakılıp kaldı. Pek çok şeyin belirsizleşip gözü yanılttığı bir zamanda aşklarının doğduğu yerdeydi."