Yedi iklim yayınlarından çıkan ve ilk kitap olma özelliği taşıyan Meral Köse'nin Sanki Çocuktum adlı öykü kitabı kahraman bakış açısının ön plana çıktığı ve anısal bir rüya atmosferi içerisinde ilerleyen 24 öyküden oluşmaktadır. İnsanın merkezde olduğu öykülerin toplamında geçmişe duyulan özlem ve içinde bulunulan hayatın ikilemleri dikkat çekici. Bu ikilik atmosferi içinde yazarın bir gözü daima geçmişe bakıyor. Belki mazi dediğimiz geçmişte bugünkü yaşantımızın izlerini bulamadığımız için ister istemez geçmişte kaybolmamamız kaçınılmaz oluyor. Öykülerin çoğunda durum hikayesinin çözümlemelerini görmekteyiz. Kişiler genellikle yakın çevreden mekân olarak ev köy orman vb. yine yakın çevreye ait mekanları tespit edebiliyoruz. Anlatının yer yer tasvirden harekete kaydığı öyküler de mevcut. Uzun cümleler ve kısa cümlelerin iç içe geçtiği hikâyelerde sade ve sizi zorlamayan bir dil tercih edilmiş. Fiillerden çok isimlerin kullanıldığı metinlerde bunun sebebinin daha anısal öykülerin tercih edilmesi kuşkusuz. İsimlerin hafızamızda oluşturduğu imler unutulmaz. İnsan yaşadığı hayatın içinde yer yer bu imlere rastlayabiliyor. Çünkü hafıza dediğimiz kova yer yer bazı an ve durumlarda bu yaşantıları sızdırıp bize gösterebiliyor. İşte gösterilen bu şeylerin yarattığı düşünce ve hareket yazarın dünyasında tekrar şekillenip bir metin haline gelebiliyor. Meral Köse de kendi hafızasından sızan duygu ve düşünceleri ete ve kemiğe büründürerek bir öykü toplamı yaratmış.
Kitaba ismini de veren Sanki Çocuktum adlı öykü kitabı kahramanın gözlem gücünü yansıtan ve kendi ruh halinin betimlerini okuyucuya aksettirdiği bir hikâye olarak karşımızda. Köy evinin o bilindik atmosferi düzeni geçimi hayvanı tarlası bağı bahçesiyle bütünlük arz eden bir kompozisyona sahip. Kahraman anlatıcının bu atmosfer içindeki yeri geçmişe duyulan özlemin lirik ve betimsel bir dille okuyucu aktarılması. Bu öyküdeki en dikkat çekici unsurlardan biri de yaşantının kare kare fotoğraflanması olarak düşünülebilir. Çünkü anlatıcı öyküsündeki kahramanlarını kare kare fotoğrafladığı sinematik bir aile albümü oluşturmuş. Geçmiş zaman kipinin ve ilahi anlatıcının varlığını hissettiğiniz metinlerde rüyayla uyanıklık arasındaki bilinç halini görmeniz mümkün. Geniş bir ailenin mevcudiyetiyle bugün çekirdek aile arasındaki ikilem belki de yazarın neyi tercih ettiğini göstermesi bakımından dikkat çekici.
Öykülerin tanıdık bir dili var. Pek çok kahramanı ve yeri gündelik yaşantımız içinde görebiliriz. Bu da bizi aslında öykülerin birer kahramanı yapıyor. Sürpriz bir son beklemiyorsunuz sadece tebessümünüze karşılık verecek dostlar var mı diye arada sırada çevreye baktığınızı düşünebilirsiniz.
İlk kitap olması hasebiyle tamamlanmamış bir cümle olarak düşünebilirsiniz öyküleri. İlerde yazarın çok daha güçlü öyküleriyle karşılaşacağımıza inancım tam.