En ulaşılmaz en sarp dağlarında bile barut kokusu kekik kokusunu alıp götürmüş... Bir zamanlar gelinciklerin rengi ile donanan bu dağlar artık vatan evlatlarının kanı ile sulanmış ve 'Dağların Rengi Kırmızı' olmuş!..
Analar kurgulanmış bu kirli savaşta kaybettikleri evlatlarının ardından bir gün şehit anası sayılıp eli öpülürken bir başka gün teröristin vatan haininin anası olarak yerilip aşağılanır olmuş. 'Dağların Rengi Kırmızı' adlı romandaki kahramanlar bu coğrafyanın her yerinde dayatılan olaylar karşısındaki duruşları savruluşları yaşama tutunmak için verdikleri mücadeleler duygularındaki gelgitlerin altında ezilişleri ödedikleri bedeller ölümüne korunan dostluklar ve beklenmeyen ihanetlere rağmen yaşama bağlanışı ve tükenen umutların yeniden yakalanışını temsil ediyor.
''Bana sevmeyi öğreten kadına içiyorum. Hayatıma anlam katan bilmediğim öğrenmediğim değerlerin önemiyle gücünü kavratan kadına... Benim için önemli olan parayla kudretten daha güçlü bir biçimde beni esir eden benliğime prangalar vurmayı başaran tek kadına içiyorum!... Selma seni gerçekten seviyorum buna inan! Sana karşı hissettiklerim tutku değil. Güzelliğinden büyülenmek hiç değil! Ben sendeki isyanı seviyorum. Senin direnmeni her türlü olumsuzluğa haksızlığa kafa tutacak gücü her zaman kendinde bulan mangal gibi yüreğini seviyorum. Dünyanın bütün zenginlikleri karşısında fiyatının olmamasını seviyorum.''
Onlar sevginin gücünü ve insan yaşamına getirdiği güzellikleri karşılıksız aşkları ruhsal çöküntü içindeki kaçışları ve sığınılan limanları anlatıyor. Evlatlarını töre adı konmamış kirli savaşa kurban veren çağdaş kadınlarımızla ölümü kanıksayacak kadar onunla iç içe yaşayan aslında yaşarken yok sayılan kadınların çektiği acıların değişmez benzerliğini Yozlaşan kurumları bozulan istemi çarpık dönen çarkların dişlilerinde çıkar ve güç için benliklerini satanlara sadece insan kalabilmek için onurluca direnebilenlerin yaşamlarını anlatıyor...