"Aileme yatılı okulu kazandığımı bildirip benim gibi kazanan iki arkadaşla Artvin Öğretmen Okulu'na gittik. Artvin'de aynı anda dört mevsimi yaşadım. İçimde bir tarafta bahar cemreyle başlayıp ağaçlara su verip tomurcukları patlattı. Bir tarafta Kafkasör'de kışın dondurucu soğuğunda büzüştüm. Haziran temmuzda alkanlara gömülüp korkuyu duyumsarken eylülde Kaçkarlar'dan Efkâr Tepesi'nden inen kuzgunlar gibi Çoruh'un kıyısına süzüldüm. Taşlı sopalı kavgalarda korkunun sinsi çığlıkları yükselirken Çoruh'un kıyısında yanı başımızda sunta fabrikasındaki makineler gibi takır takır çalıştım."
Turgay Delibalta belgesel nitelikleri öne çıkan otobiyografik romanı Kuruk'ta yakın tarihimizin en çalkantılı dönemlerinden birini 1974-1984 yılları arasındaki on yılı roman formatında ele alıyor. Yazarın Anadolu'nun bir köyünde yoksulluk içinde geçen çocukluktan sonra bir öğretmen adayı olarak yaşadığı gençlik günleri örgütlü toplumsal muhalefetin ve bu ivmeyi durdurmayı amaçlayan kutuplaştırma siyasetinin yükseldiği döneme denk geliyor. Okur bir yandan Delibalta'nın kaleminden bu çetin günlerin muhasebesini okurken bir yandan da "herhangi bir" gencin dalgakıranı zorlayan deli dalgalı ummanda tutunma mücadelesini takip ediyor.
Yakın tarihimizin olduğu kadar Kuruk'un da dönem noktasını ise 1980 askerî darbesi oluşturuyor. Yazar darbenin siyasi boyutları kadar özyaşamındaki acı yansımalarını da çarpıcı bir dille okura sunuyor.