Son yüz yılda en çok dile getirilen yakınmalardan biri Türkiye'nin milli burjuvazisini geliştiremediği sermaye birikimini yapamadığı sanayi devrimine katılamadığı ve nihayet sanayileşemeyip ekonomik ve sosyal olarak gelişemediği üzerinedir. İktisaden gelişmiş ülkeler açısından pratik hayata bakılınca bu tespit ve yakınmaların pek de abartılı olmadığı görülür.
Burjuvazi gelişme sanayileşme ilerleme... Bir diğer ifadeyle "modernleşme".
Batı'nın kendi içinde yarattığı bu kavramları kendimize uydurmaya zihin kodlarımıza tercüme etmeye çalışıyoruz. Fakat bunu yaparken ele aldığımız kavramları belli bir kıtada belli tarihsel koşullarda gelişmiş parantez içinde kavramlar olarak anlamaya değil genel geçer kavramlar olarak zihnimize dayatmaya çalışıyoruz.
"Modernleşme" de hayatımıza giren büyülü kavramlardan biri.
Türk Modernleşmesi bizim ilk yenileşme hareketlerimizle birlikte başlayan bir süreçtir.
Ancak ilk modernleşme çabalarından bugüne tartışılan şey genellikle başarısızlık olarak kabul edilen gelişmelerin nedenleridir. Buna göre asıl neden bazen İslamiyet olarak görülmüş bazen Osmanlı siyasi ve idari sistemi bazen tarihi konjonktür bazen dış güçler ilh... Sorunun ne olduğu konusunda bir uzlaşma olmasa da sonuçları üzerinde herkes hemfikir.
Bu noktada izaha muhtaç temel soru neden bizde de Batılı muadillerinde olduğu gibi toplumu dönüştüren bir piyasa yapısı gelişmiyor gelişemiyor sorusudur. Bu soru yani Türkiye'nin de neden bir sanayi toplumu olamadığı sorusu sadece bu neslin değil bizden önceki bütün nesillerin de temel sorularından biri olduğu gibi bu soruya cevap verme şekilleri de aralarındaki ayrışmanın başlıca sebeplerinden birini teşkil etmektedir.
O halde yapılması gereken nedir? Kendimize ait bir referans seti bir bakış açısı oluşturamaz mıyız?
Bütün bunları yapabilmek için öyle anlaşılıyor ki önce davranışlarımızı idare eden reel hakikati zihniyet dünyamızın kodlarını aşikâr etmek anlamak ve yorumlamak gerekiyor. Marifet kendini bilmektir. Yapılması gereken ilk iş "olanı" yani kendimizi tespit. Sonra da olana/zihniyete tapınmak değil olandan yani olgudan hareketle yönümüzü tayin etmek.