"Ne zor büyüttüm kendimi. Onca mutsuzluğa başımı düşürmedim. Dünya savaşlarında yendim yenildim. Ama hep kendime kaldım.
Onca kötülüğe ve ölüme şahit olarak yaşamanın ağırlığı ne zordu. Kendime bu kadar ağırken kimseye yük etmedim taşıdıklarımı. Burnum dik dinledim herkesi. Gözyaşsız ağlamayı marifet bildim. Bir açarsam yüreğimi avaz avaz haykırırsam yok olu vermekten korktum.
Sonra biri geldi öldürdü beni. Öldüm ben...
Ne ağırdı kadın-çocuk-masum ölümlerini bilmek. Ölümü bile cinsine ayırmak. Matematiği sırası olmayan o kavramı zorla bir kalıba sokmak. Elimdeki kahveden anne olmanın ağırlığında ezilmek. Bir köpeğe tecavüz edebilenle aynı havayı solumaktan utanmak. Gece yürüyüş yapan kadının korktuğu için eline aldığı taş kadar ağır olmak. Dayaktan morarmış Ağrı'lı Melek gelinin ölümüne hafiflemek. Ağaca asılan çocukların oraya uçarken takılmış olduğu hayalini zorla kurmak. Öz babası tarafından tecavüze uğrayan kadının yaşadıkları deyip...
Öylece kalakalmak...
Bireysel savaşlar vermemiz gerekirken biz hala kadın olarak sağ kalabilmenin savaşını veriyoruz. Size en derin hayat hikâyeleri yazmam gerekirken kadınların çığlıklarını ölümlerini yazıyorum. Kalanların ve gidenlerin altında ezildiği hayatları.
Tüm ölenlerin ve yaşarken korku içinde öldürdüklerinizin acısıyla yaşıyoruz. Yakılan kesilen asılan çöpe atılan bir yere sığdıramadığınız kadınları unutmuyorum.
Siz de unutmayın!"
Öznur Tosun Türk hiçbir sınırlandırıcı sıfata gerek duymadan sadece bir "kadın" olarak yine o sıfatlardan azade "kadın"ı ve ilk anda fark edilmeyen sıradan yaşamını yazdı. Aynen gerçek hayatın kendisi gibi...