Gecenin karanlığına sanki mutsuz insanların çığlık ve laneti sinmiş gibiydi. Rüzgârla sallanan her ağacın çileli yaprakları geçmişten kalan bir hikâyeyi anlatırcasına dallarda heyecandan titremekteydi ve ağaçların kabukları derin hüzne boğulmuş insan yüzleri gibi kırık ağızların vahşi sızlanmasını dile getiriyordu. Evlerin duvarlarında oyulmuş insan gözü gibi kör ve derin kuyuları andıran pencereler sanki içerdeki sırların dışarıya sızmasını engellercesine kaynana yüzü gibi ketum ve sevimsizdi. Mutlu günlerin huzurlu anılarına gömülmüş olan perdelerin nazlı kavisleri onları güzel günlerin ışıltılı anlarına sürükleyecek olan zarif parmakların heyecanı ile kendinden geçiyorlardı. Nereye baksam tüm yollar çürümeye çıkıyordu. Belki de ölmek üzere olan ve artık kanıksanmış bir ölümcül hastalığın pençesinde umutsuzca kıvranan bir hastanın son günlerini yaşıyor gibiydik...