Çalar saatin sesiyle uyandı.
Babasının çalar saatiydi. Hani üst kısmında iki tane zil olan kurmalı saatlerden. Hiç şaşmazdı. Gece yatmadan kurdu mu onu tam vaktinde uyandırırdı. Nikelajının yer yer aşınan kısımları
pas tutmaya başlamıştı. Yine de uzun bir zaman yükü taşımasına karşın görevini hiç aksatmadan sürdürüyordu. Hasan her gün sabahın alacakaranlığında onun sesiyle uyanır kalkıp hazırlığını
yapar sonra da küçük teknesiyle günlük nafakasını çıkartmak için denize açılırdı.
Deniz martıların maviliğini didiklemesine; kucağında teknelerin oynaşmasına; büyülü tenlerin dalgalarına sarılmasına; güneşin alev topu olduğunda kızıllaşmış rengini sularında soldurmasına; ay ışığı eşliğinde bağrında yunusların sevişmesine hiç ses çıkarmazdı. Ama bazen de çok öfkeli olur; dalga dalga kabarıp hırçınlaşırdı. Bazen de kıyısına küsüp geri çekilirdi. Bu küskünlük fazla sürmez gelip yeniden kıyısıyla öpüşüp barışırdı. Hasan onun bu hallerine aşıktı. Hele o iyot kokusu yok mu? Onun coşkusunu arttırır; onu özgürlüğün kıyısızlığına taşırdı.
Ona çoğunlukla cömert davranırdı. Aralarında içten bir ilişki dostluğa dayalı bir işbirliği vardı.