Yüreğinin buz bağlamış bağından sanki günden güne buharlar fışkırıyordu. Damar içlerinden bedenine doğru kan kaynıyor bir süre sonra avuç içlerinden taşıyordu. Ağzının içinde patlıyordu kan parçaları külleri içinde kalıyordu. Ruhsuz bedenlerden çekilen her nefes sarkıtlara dikitlere dönüşüyordu. Külleri batıyor içindeki yaralar canını acıtıyordu. Her geçen gün bir ateş bekliyordu o karartının içinde yeniden yanması için. Olmuyordu. Saray'ın entrikaları içinde validesinin baskısı altında Rüstem'in kıskançlıklar içindeki hezeyanlarında eriyip tükeniyordu Mihrimah Sultan. Onu tek mutlu eden Sinan'ın bakışlarındaki ateşti. O ateş onu ilk gördüğü günden beri gözlerinin karasında hep aynı ölçüde yanıp durmuştu. Ateş yayılmış taşa toprağa can vermişti. Bu umutsuz aşkı taşlara işleyecekti Sinan sonunda. Taşlar yükselecek camilere köprülere türbelere saraylara dönecekti nakış nakış... Camilerin kubbelerinde yüzlerce meneviş parlayacaktı. Ay güneşinin içinden geçip parlayacaktı minarelerin arasından. Aşk gökyüzünün derinliklerinden tüm büyüsünü saçarak yağmur gibi yağacaktı.