Bir ateş oldu sevmek sonu da başı da yangın yeri.
Azer küçücük bedeniyle dünyanın yükünü sırtına aşk acısından küle dönmüş yüreğini
ve umut kırıntıllarını da heybesine alarak yaşam dehlizinde kulaç atmaya var gücüyle uğraşıyordu.
Ama o babasının aksine zulümle işkenceyle ve hayatın zindan aynalarıyla vicdanını kaybetmeden
mücadeleye devam ediyordu. O büyük ölüme hazırlık yapan tüm küçük ölümlerine rağmen her gün
yeniden diriliyordu. Bulutların güneşi yarması gibi hayatın en acımasız noktasına gitmekten
kendisinden vazgeçenlere inat onunla savaşmaktan vazgeçmiyordu. Zaten vazgeçmek gibi bir lüksü de yoktu
çünkü o oku kalbe saplayan büyük bir savaşçıydı. Aile kavramını henüz sekiz yaşında öğrenmişti.
Onun için aşk; kardeş toprakyağmur ve emek demekti. Annesi ablası ve kardeşleri onun herşeyiydiler.
Yaşamı boyunca kaybedebileçeği şeyler ailesine götüreceği bir parça ekmekten daha kıymetli değildi.
Sırattan daha ince olan bir yoldu Azer'in yürüdüğü yol. Onun için en kıymetli olan bu yolda yürümekti.
Yürürken ateşin içine düşerdi oradan tırnaklarıyla çıkardı ve çıkmak zorundaydı. Elindeki bir parça ekmeği
kız kardeşleri Hiçran'a Esra'ya ve ablası Rukiye'ye götürmeliydi. Erkek kardeşler; Osman ve Ömer ise kaderin
bedene bıraktığı deprem yaymaları gibiydi. Sultan anne ise sözcüklere sığdırılamayaçak kadar yaralı ve hüzünlü
bir kadındı. Azer'in hayat hikayesini gözyaşlarıyla okuyaçaksınız...
Gökkuşağı kadar özledim seni
Saçlarında ayışığını gizleyen yedi renk
Atlasam zifiri karanlık
Kalsam renk körü bir yalnızlık gitsem bir beyaza intihar.