Bir Arap'la bir Yahudi bir gün birlikte Birleşmiş Milletler binasının karşısında restoran açmışlar... Etnik bir fıkranın başlangıcı sandınız değil mi? Ama yanıldınız. Yahudilerle Arapların bir gün gerçekleşmesi umut edilen barış içindeki ortak yaşamlarının küçük evreni niteliğindeki bu restoran Tom Robbins'in o ihtişamlı yaratıcılığını yine doludizgin serbest bıraktığı romanı Sıska Bacaklar'ın ana eksenini oluşturuyor.
Bu eksen etrafında genç bir ressamın New York'taki sanat ortamında kendi yolunu bulma mücadelesine aynı dünyada hasbelkader yıldızı parlayan hödük bir kaynak ustasının sonunda Filistin'in yitik tanrısını keşfine Kıyamet Günü'nün gelişini çabuklaştırmaya çalışan bir rahibin çabalarına tanık oluyoruz. Fasulye Konservesi Kirli Çorap Tatlı Kaşığı Boyalı Sopa ve Sedefli Deniz Helezonu gibi nesnelerin ABD'den Kudüs'e bir hac yolculuğuna kalkıştıkları bir fasulye konservesinin derin felsefi nutuklara giriştiği bir romanla karşı karşıyayız. Bu kitap "Sihre inanmamak zavallı ruhları hükümete ve iş dünyasına inanmaya zorlayabilir" diyen bir dil cambazının yapıtı ne de olsa.
Üstelik bütün bunlar olup biterken insanoğlunun evreni net olarak görmesini engelleyen bütün yanılsamaları Salome'nin tülleri gibi tek tek gözümüzün önünden kaldırıyor. Robbins Buram buram siyaset kokan bu romanında Kitabı Mukaddes'in mirasından dehasına yaraşır bir muziplikle yararlanıyor ve her zamanki cüretkar tavrından hiç ödün vermeksizin çağımızın en hassas meselelerine el atıyor: Irk siyaset evlilik sanat din para ve şehvet. Bunların üzerine kimilerinin gezegenimizin "son günleri" olarak adlandırdığı bir öngörünün gölgesi düşüyor düşmesine. Ancak yazar her ne kadar kıyamet gününün dehşeti karşısında başını kuma gömmese de yarattığı o neşe dolu pırıl pırıl evren böyle olası bir akıbetin gölgesiyle kolay kolay kararmayacak kadar aydınlıktır aslında.