Osmanlı Devleti kendi resmi adıyla Devlet-i Âli Osmanî Anadolu ve Trakya başta olmak üzere; Asya Avrupa ve Afrika'nın oldukça geniş ve nitelikli alanları üzerinde altı yüz yıl kadar egemen olmuştur. Bu devlet yalnızca topraklarının genişliği ya da ömrünün görece uzun sürmesinin ötesinde bir dünya devleti olarak varolduğu zamanlarda insanlık tarihi için büyük önem taşıyan olayların yaşandığı bir geçmişe sahiptir.
Halktan insanlar konuyla doğrudan ilgisi olmayanlar veya tarihçi olmaktan çok inşa edilmiş tarihlerden tarih yazan derlemeciler bir yana; Osmanlılar hakkında akademisyenler arası taban tabana karşıt yorum ve görüşlerin olması çok daha önem taşımaktadır. Elbette ki tarihçiliğe özgü sınırlar içerisinde bilimsel tarafsız ve nesnel verilerden hareketle varılan sonuçlar arasında farklılıkların olması doğal hatta gereklidir.
Tarih de dahil merkezî ve sosyal bilimlerin temelinde kültürel bir çabanın bulunması farklı düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kaldı ki aynı kişilerde farklılaşan bilgilere ulaşılması bile doğaldır. Bu böyle olmakla birlikte mutlak doğrunun değil makul doğrunun ortaya konulması açısından tarihin salt değişken ve kaygan zihinsel bir çaba olduğu anlaşılmamalıdır. Öncelikle belgelerden hareket eden bilimsel bir disiplinin nesnel verilere dayalı kendi doğal akışının gerçekliğini yakalaması mümkündür.