Uçurumun kenarından biraz daha ilerlemeye başladık. Biraz yürümüştük ki bir salıncak gördüm. Beyaz ipleri olan bir salıncak. Peki ya bu salıncağın burada ne işi vardı ki?
Bu delilikti. Beni salıncağa doğru götürdü. "Otur sevgilim sadece otur."
Bana öyle bir bakıyordu ki sanki o salıncağa oturursam bir şeyler olacak yer yerinden oynayacak gibiydi. Çok korkuyordum. Ne yapmak istediği hakkında en ufak fikrim yoktu.
"Sadece otur korkunu yen!"
Birbirinden ölümüne nefret eden ama aynı zamanda birbirlerine ihtiyaçları olan iki ölümlü beden. Ruhları bazen onlardan habersiz buluşur kendi zihinleri ile yapamadıkları sevgiyi o ruhlar birbirlerine gösterirlerdi. Bir zaman sonra onlar artık bir yarısı olmadan asla yapamaz duruma gelmişlerdi.
Eylül kırık kalpli bir papatya Savaş her şeye rağmen acılarını unutup yeniden doğan bir adam. Birbirlerinin yaralarını sarmaya çalışan iki kanatsız ruh.
Peki daha sonra neler olacaktı? Kendi iç seslerine bile itiraf etmekten kaçındıkları o aşkı nasıl dillendireceklerdi? İkisi bir olabilir miydi? Yoksa bu kader çıkmazından uçuruma yuvarlanan yaralı sevda külleri gibi savrulacaklar mıydı?