Ah ne güzel kız! Sanki bulutlardan süzülmüş bir yağmur damlası. Ama diğer damlalardan farkı şu ki: Düşerken yeryüzüne rüzgâr ona biraz hüzün ama daha çok henüz ne olduğunu çözemediğim farklı bir cazibe katmış al yanaklarına birer gamze kondurmuş. Sonra gül bahçesinde bir gül goncasının tam üstüne düşmüş ki ondan olacak yürüdüğü yollar buhur buhur gül kokuyor. Ya narin endamına ne demeli? Sanki nazlı bir kelebek. Dokunmaya kıyamazsınız. İncinmesinden korkarsınız da çok yaklaşmadan uzaktan seversiniz.
Ben biraz mahcup biraz melankolik göz ucuyla izlerken onu; o benim saf ve temiz niyetimi sezmiş olacak ki birden yüzünü çevirip bana baktı. Yetmedi bana doğru yürümeye başladı. O an yüreğimi ani bir heyecan sardı. Göz göze geldiğimizde utangaç tavırlarının arkasına gizlediği meraklı bakışları o kadar açık seçik o kadar netti ki her hâlinden beni hatırladığı belliydi.
Peki ne olacak şimdi?
Hiç ummadığım bir zamanda ve mekânda göz göze geldiğim bu kız konuşacak mı benimle diye düşünürken; o bir adım mesafesi kadar bana yaklaştı. Yüzünde beliren utangaç bir tebessümle konuşmaya başladı.
"Ben..." dedi. "Bazen bu saatlerde buralarda öylesine gezerim. Bildiğim şarkıları mırıldanırım kendi kendime. Ya siz? Siz sever misiniz şarkı söylemeyi?"
Onun bu narin bu içli sesiyle bana yönelttiği soru karşısında utandım.
"Ben..." dedim. "Şarkı söylemeyi beceremem ki. Ama ıslık çalarım."