Annemi çok severdim. Tabii ki o da beni. Ne var ki bana ayıracak vakti neredeyse hiç olmadı. Kendisi de bunun farkındaydı sanırım çünkü ben orta yaşlara geldiğimde bir gün bana şöyle demişti: "Sana vaktimi ayıramadım biliyorum. Ben yaşlandığımda da senin bana bakmanı hayatını bana vakfetmeni istemem. Herkes kendi hayatını yaşamalı." Evet aramızda hep tiyatro oldu. Bir çocuk olarak ben o yıllarda annemin bir tiyatrocu değil de sıradan bir anne olarak vaktinin önemli bir kısmını bana vakfetmesini arzu ederdim ama olmadı seyircisi onu benden aldı. Bugünse ben onunla gurur duyuyorum. Yaşamının sonlarına doğru yakınları annemden anılarını yazmasını istemişlerdi. Onlara peki derken bunu isteyerek mi yoksa onları kırmamak için mi söylemişti bilemem ama bu fikri gerçekleştiremeden aramızdan ayrıldı. Sonraları aynı ısrarı bana çocukluk yıllarımızı beraber geçirdiğimiz Füsun ve Demir Serezli yaptılar. Ne yazık ki bu arada Füsun'u da kaybettik. Anılarımı yazmak zaten aklımda vardı ama bu teşviklerin de tetiklemesiyle bu kitabı yazmaya başladım. Annemi ne kadar tanıdım? Belki az belki de yeterli buna siz karar vereceksiniz. Ben annemi çok özledim; bütün hayatımda da bu hep böyleydi zaten. Bu kitabımı kendi evlatlarımla torunlarıma ithaf ediyor ve annemin Tatlı Kaçık oyunundaki giriş cümlesiyle başlıyorum:
İşte geldik canikom!