"Taş üşümesi" taş gibi ağır bir söylemdir. Taşında bir dili vardır ve bu yerel olduğu kadar evrenseldir de. Tıpkı çiçeklerin kuşların suların dili gibi.
Taş taş üstüne örülen bir yapıda yerini yadırgayan taş üşür. Taşa yeniden şekil verilerek yüzyıllar boyu yerleşeceği yeri bulması sağlanır.
Peki ya toplum üşümüşse...
Aklını kaçıp giden sevdalısıyla gurbete göndermiş Püsküllü Perihan da üşümüş bir taştır. Doğup büyüdüğü mahalleye dönen Kerem öğrencilik ve hapislik yıllarının muhasebesinde kendine bir yer aramaktadır. Kerem'e öfkesi dinmeyen Gökçen'in sevgisi üşür. Sürgün yollarında yitip giden atalarının ayak izlerini takipte içine taş gibi oturan sıla hasretini söküp atmaya çabalayan Mimar Ara ve onunla buluştuğu taş ortaklığında aşkını şekillendiren Öğretmen Çimen.
Sürekli göç veren küçülen Anadolu'nun bir yerinde oraya tutunmaya kararlı ve bu gidişi tersine çevirmeye tarihi bir kiliseyi çocukluk yıllarında kendilerinin de tahrip ettikleri o yapıyı restore etmekle başlamayı kafasına koyan bir belediye başkanı.
Mehmet Güler son romanında bizleri 1915'te yaşanan "büyük felaket" ile yakın tarihimizin trajik olayları arasında gezdirmekle kalmıyor üşüyen kalplerimizi ısıtacak ateşi de ortaya bırakıyor.