Bir kadın kalabalığın içinden bir ok gibi fırlayıp gelecek tanıdık mı diye yüzüne bakacağım ama değil. İnce narin parmakları başımı kavrayacak kaldırıp dizlerine koyacak. Elindeki plastik şişeden su içirmeye çalışacak ama bütün uğraşları nafile. Su boğazımdan aşağı inmeyecek. Siyah saçları yüzümde gezinirken kadına -bir anne olmalı- sesleniyorum "Ben artık bir ölüyüm" duymuyor duymak istemiyor. Kulakları mı kapalı hayır değil duyuyor konuşuyor hatta etrafındakilere bağırıyor. "Ambulans çağırdınız mı etrafını açın rahat nefes alsın?" Anneler kabullenmiyor ölümü. Anne olduğunu nereden anladıysam artık muhakkak bir anne başka kim bu kadar merhametli olur. Başka kimin saçları süt kokar taze meyve ve sabun ellerinin içi nasırlı olur ve parmakları bu kadar maharetli.
Birinde yüzük diğerinde karpuz kiminde kanepe başka birinde inci düğmeli gömlek ya da bir başkasında kamyon. Hatta ölümün kendisi de somutlaşıp bir nesne gibi karşımıza çıkıyor. İnsana ulaşmak için etrafımızı saran bunca nesne arasında sıkışan hikâyeleri buluyor ve anlatıyor. Gözü her şeyin üzerinde dolaşıyor duruyor görüyor ve hikâyeye dönüştürüyor. Hemen herkesin dikkatinden kaçan üzerinde durmadığımız düşünmeye değer görüp vakit ayırmadığımız eşyalara eğiliyor ve onlardan çıkıp insan hâllerinin en ince yerlerine ulaşıyor. Etrafımızdaki bunca şeyin arasında anlatılacak olanın değerli olanın hakikî olanın hikâyeleri var Tek Odalı Ev'de.