Oysa zaman eski eşyalarla dolu çatı katındaki gibi geri gitse ve öylece donup kalsa ne güzel olurdu. Bir el masanın köşesinde çaprazlama duran daktiloda hikâyesini yeniden yazsa; olmadı bir ihtiyar duvarda asılı gaz lambasının fitilini tutuştursa; ışığın etrafında toplanan çocuklara Beyoğlu'nun atına atlayıp Kafdağı'na gidişini peri kızını bin bir zahmetle buluşunu atının terkisine atıp sarayına getirişini Kel Oğlan'ın Dev Anası'nın elinden kurnazlıkla kurtuluşunu anlatsa; çocuklar ihtiyarı ağızları beş karış açık dinlese masal bittiğinde "Bir daha nine! Nine bir daha!" diye yalvarsa; kapının girişindeki sobanın üstündeki çaydanlık kendi kendine fokurdasa; karşı duvara yaslı dolaptaki siyah beyaz televizyonda Hulusi Kentmenmecburiyetten hırsızlık yapan Tarık'la Necla'yı önce bir güzel azarladıktan sonra dünyanın en babacan en merhametli komiserine dönüşüp bıyığını bura bura nasihat etse;
Aliye Rona eline geçirdiği kazmayla köyün kötü kalpli muhtarına bir başına meydan okusa; masanın kısa kenarındaki radyoda Zeki Müren Müzeyyen Senar hiç olmazsa Ahmet Özhan Emel Sayın
şarkılar söylese; sokaktan üç tekerlekli el arabasıyla "Dondurmam kaymak!" diye bağıra bağıra dondurmacı geçse ama zaman hiç geçmemiş olsa ne güzel olurdu. İşte o zaman bu ansiklopedinin arasına gizlenmiş fotoğraf hiç çekilmemiş o da bunu görmemiş olacaktı.