Bir gün pazardan meyve sebze almıştık. Üzüm de vardı aralarında. Tabağa biraz koyup yıkadı hanım. Ardından elime tutuşturdu tabağı. Şöyle kocaman topacık. Sarı sarı sulu sulu üzümler. Bir tanesini yutuverdim. Bal gibi mübarek. İnsanın yedikçe yiyesi geliyor. Tuba da atıştırdı birkaç tane. "Harika!" dercesine başını salladı. Öyle bir iştahla yiyor ki insanın canını çektiriyor resmen.
"Semra'yı biliyorsun ya." diye konuşmaya başladı birden.
"E ne olmuş."
"Kocası ona 'Karadutum' diyormuş. Görüyorsun değil mi ne kocalar var?"
Doğruydu. Onun gibi kocalar çoktu ancak ben öyle bir koca değildim. İltifat edemiyordum efendim öyle güzel sözler söyleyemiyordum. Söyleyince de elime yüzüme bulaştırıyordum. Kendimi koy vermemeliydim. Sütten ağzım yanmıştı bir kere. Yoğurdu üfleyerek yemeliydim. Tuba da durmadan konuşuyordu. Makineli tüfek mübarek.
"Ne kadar şanslı bir kadınmış Semra?
"..."
"Ya bana bak."
"Yahu hanım neyin eksik?" diye söylendim.
"Bana güzel şeyler söylemiyorsun."
Dudaklarımı sımsıkı kapadım. Tuba başımın etini yercesine konuştukça konuşuyor yüklendikçe yükleniyordu. Bir yandan da üzümü dudaklarının arasında gezdiriyor diliyle yalayıp duruyordu. Dayanamıyorum gayrı. Bizim hanımın yanaklarının topaklığından mıdır yoksa ağzındaki üzümden midir bilmiyorum.
"Topak avratım." dedim.