"ekle ömrünü ömrüme
kızıl gülün büyüsüyle
erisin güneş tanecikleri
en kara gecelerde
zifir olsun bakışları kötü gözlerin
can dedikçe
yar değsin ömrüme ölümden önce"
İnsan onurunun ayaklar altında çiğnendiği nefret söylemleriyle insanların kutuplaştığı; kıyımlar hırslar kılıç gibi yontuyorken ömrümüzü; şiirler savaşlara savaşlar şiirlere ulanıyor.
İnsanlığın şehirler dediği beton yığınları içine hapsedildiği eşya edinme hastalığına tutulduğu bu zamanda şairin içli ve hisli yolculuğuna kim çıkar kim bunları kaleme alır?
Bugünün büyük zenginleri güçlü liderleri yüz yıl sonra belki öyle veya böyle hatırlanacaklar. Ama beş yüz yıl sonra değil adları ruhları bile bu diyarlarda olamayacak kadar unutulmuş olacaklar.
Dikkatini emeğini maddeden kurtulup ruhlarını özgürlüğe bırakmışların dizeleri bin yıl sonra da hatırlanmayacak mı? Elbet hatırlanacak ve hatırlandığı gibi başka yolculukları arayışları düşünce ve merakları da beraberinde yolculuğa çıkaracaktır. Bu sebepten değil midir Homeros'un Shakespeare'in Vergilius'un Nâzım'ın Yaşar Kemal'in Mimar Sinan'ın beden ölümlerinden sonra bile ruh ve eserleriyle yaşamaya devam etmeleri!