Nedim Gürsel bu romanında kendi "ruh ikizi"nin portresini çiziyor. Hayatıyla yapıtının öznel coğrafyalarının dökümünü yapıyor bir bakıma. Paris'le İstanbul Saraybosna'yla Diyarbakır Yunan eşiyle Kürt sevgilisi yaşam coşkusuyla ölüm korkusu arasında gidip gelen bir yazarın dünyasında dolaştırıyor okuru. Ve beklenmedik gelişmelerin yaşandığı bir yolculuğa çıkarıp azınlıkların yakın tarihiyle de buluşturuyor.
Kurmacayla otobiyografik unsurların ustaca harmanlandığı anlatının odak noktasındaki yazar Deniz Çakır'ın belki bir ayağı çukurda ama ülkesinin aydınlık geleceğine inancı da tam. Ne var ki otoriter yönetime meydan okuduğu için tutuklanmadan önce "Son Yolcu"yu yazabilecek mi acaba? Unutulmuşların yüzyıllar boyunca zulme uğrayıp göçe zorlanmışların yerlerinden yurtlarından koparılmışların acısını dile getirebilecek mi?
"Küçük sevgilisi aslında özgürlüğüydü onun başının belası değil. Hem öyle olsaydı bile tatlı akıllı sevdalı bir genç kadındı. Bal akıyordu ağzından. Kara kapkara bakışlarıyla Diyarbakır'ın ta kendisiydi. Dışı sert içi yumuşak. İlle de bela aramak gerekiyorsa aynaya bakmalıydı."
"Tarih ne cumhurbaşkanının nutuklarına ne de sapına kadar milliyetçi Osmanlı tarihçilerine bırakılmayacak kadar önemli bir alandır."